Dönüşen sinema müze bahçesinde

Deniz Burak BAYRAK
Sakıp Sabancı Müzesi (SSM)’nin yaz etkinliklerinden Müzede Suare, 17–22 Haziran tarihleri arasında sinemaseverlerle ‘Başka Biçimler, Tanıdık Hâller’ temasıyla yeniden buluşuyor. Sabancı Vakfı’nın katkıları ve Başka Sinema işbirliğiyle düzenlenen açık hava film gösterimleri, Boğaz manzaralı Fıstıklı Teras’ta yaz akşamlarına sinema keyfi katacak.
Altı gece boyunca yapay zekâ ile üretilmiş ilk uzun metraj belgeselden yüz yıllık ‘Altına Hücum’ filmine kadar birçok farklı anlatıyla izleyiciyi Boğaz havasında bir araya getirecek etkinliğin biletleri SSM’in web sitesi ve Biletinial’dan satın alınabilir. SSM Eğitim ve Öğrenme Programları Koordinatörü Dr. Fatma Coşkuner, Müzede Suare’yi BirGün’e anlattı.
Müzede Suare yıllar içinde biçimini dönüştürdü ama vizyonu değişmedi. Öncekilerden farkı ne bu yılın?
Müzede Suare, artık yaz akşamlarının vazgeçilmez bir parçası, kendi izleyicisini yaratmış bir gelenek. Bu yıl Başka Sinema iş birliğiyle 2’nci yılımız, ancak geçmişi daha eskiye dayanıyor. Yıllar içinde biçim değiştirse de özünü koruyan bir programdan bahsediyoruz.
Bu yılın farkıysa, yalnızca film gösterimleriyle sınırlı olmayan bir bütünlük sunması. Program, ilk gösterimini yapacak filmler, ekip katılımlı söyleşiler ve Sabancı Vakfı’nın yıllardır süregelen kısa film geleneğine selam gönderen ön gösterimlerle zenginleşiyor. Aynı zamanda yakında başlayacak ‘Müzede Sahne’ programına da usulca göz kırpıyor. Böylece müze, yalnızca sergilerin değil, sahne sanatlarının ve sinemanın da ortaklaştığı, birbirine kulak veren etkinliklerin buluştuğu bir anlatı mekânına dönüşüyor.
GÜNCEL SORUNLAR KISA FİLMLERDETemadan yola çıkarsak; değişen biçimler ve tanıdık hâller neye/nelere karşılık geliyor; somutlaştırır mısınız?
Tema, sinemanın biçimsel olanaklarını zorlayan, anlatıyı farklı şekillerde kuran yapımlara kapı aralıyor. Ancak biçim değişse de duygular, sorular, kırılganlıklar tanıdık. Bu yılki seçkide izleyici, bir yandan yapay zekâ ile üretilmiş bir belgeselin yeni teknik diline tanıklık ederken, diğer yandan Charlie Chaplin’in yüz yıl öncesinden seslenen sessiz sinema evrenine adım atıyor. Bu iki uç arasında bir bütünlük var: Sinemanın biçimleri değişse de insan deneyimi hâlâ merkezde.Tema, tam da bu dengeyi görünür kılmayı amaçlıyor: Yeni biçimlerin içinde tanıdık hâlleri aramak ve onları hep birlikte yeniden anlamlandırmak.
Film seçim süreci nasıl ilerledi?
Film seçimini, Başka Sinema’nın yıllara dayanan birikimi ve vizyonuyla, ortaklaşa şekillendiriyoruz. Armağan Lale ve Marsel Kalvo ile kurduğumuz ilişki yalnızca profesyonel değil; karşılıklı güvene, ortak zevklere ve birbirimizin sezgilerine duyduğumuz saygıya dayanıyor. İçeriksel ve tematik hassasiyetlerimizi çok iyi biliyorlar; önerilerini birlikte değerlendiriyor, ortak bir düşünme süreci yürütüyoruz. Bu süreci karşılıklı özen ve yaratıcı katkılarla şekillenen bir üretim alanı olarak görüyoruz. Hatta bazı filmler, Türkiye’de ilk kez bu programda gösteriliyor. Dolayısıyla her bir gösterim, bizler için de sürprizlerle dolu, heyecan verici bir karşılaşmaya dönüşüyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da seçkiyi izleyiciyle birlikte değilse de, izleyiciyi odağa alarak, titizlikle oluşturduk. Biliyoruz ki izleyicimizin dikkatli, duyarlı ve katılımcı yaklaşımı, bu sürecin en değerli parçası.
Programı başlatacak olan Kısa Film Yarışması’nda ödül alan ve toplumsal konulara odaklanan kısa filmleri biraz açar mısınız? Filmler hangi toplumsal meselelere odaklanıyor?
Sabancı Vakfı’nın yıllardır sürdürdüğü Kısa Film Yarışması, genç yönetmenlere toplumsal meseleleri kendi bakış açılarıyla yorumlama alanı açıyor. Bu yılki Müzede Suare programında da, bu yaklaşımla seçilen kısa filmler uzun metrajlardan önce izleyiciyle buluşuyor. Bu filmler; iklim krizi, göç, dijital yalnızlık, görünmeyen emek, toplumsal cinsiyet, suya erişim, kentleşme ve teknoloji gibi farklı meselelere odaklanıyor. Her biri, güncel sorunlara yaratıcı bir dille yaklaşırken izleyiciyle duygusal ve düşünsel bir bağ kuruyor. Programda kısa filmler, yalnızca bir ön gösterim değil; her akşam ana filmle kurulan bir geçiş alanı, bir ortak düşünce zemini olarak yer alıyor. Bu kurgu, seyirciyi hazırlıyor, yer yer sarsıyor, yer yer yavaşlatıyor, ama her zaman içsel bir yankı bırakıyor.
CHARLIE CHAPLIN’DEN YAPAY ZEKÂYAYapay zekâ ile üretilmiş ilk uzun metraj belgeselin dünya prömiyeri de seçkide dikkat çekiyor. Yapay zekâ ve sinema ilişkisini değerlendirir misiniz?
Yapay zekâ, sinemanın hem estetik hem etik sınırlarını yeniden tartışmaya açıyor. Bu belgesel, sadece bir üretim süreci değil, aynı zamanda “Yaratıcı kim?” sorusunu yeniden sormamıza neden oluyor.Bu yılın seçkisinde yer alması, sinemanın geleceğini bugünden izleme cesareti anlamına geliyor. Film sonrası gerçekleşecek ekip katılımlı söyleşi, izleyiciyle birlikte bu dönüşümü anlamaya çalışmak için önemli bir alan açacak.
Yapay zekâ sinemaya yeni biçimler getiriyor ama duygunun, sezginin ve etik sorumluluğun hâlâ insanla başladığını hatırlatıyor.
Yapay zekâdan çok farklı olarak sinema tarihinin en ikonik isimlerinden Charlie Chaplin imzalı Altına Hücum (The Gold Rush) filmi de seçkide. 100 yıl öncesine dönme fikri nereden çıktı? Zamanda kontrast yaratmayı mı amaçladınız?
Chaplin’in Altına Hücum (1925) filmi, yalnızca sinema tarihinin mihenk taşlarından biri değil, aynı zamanda evrensel duyguların en sade ama en etkileyici biçimle ifadelerinden biridir. Bir asır önce yapılmış bu sessiz film, bugün izleyicide hâlâ aynı gülümsemeyi, aynı sızıyı ve aynı hayranlığı uyandırabiliyor.Bu tercihle, biçimsel olarak ne kadar dönüşse de, sinema anlatısının özünde değişmeyen bir çekirdek taşıdığını hatırlatmak istedik. İnsanın varoluşunun, açlığının, umudunun, dayanışmasının ve yalnızlığının anlatısı, hangi çağda, hangi araçla sunulursa sunulsun, izleyiciyle bağ kurabiliyor.Bir yanda yapay zekânın yön verdiği yeni sinema formları, diğer yanda Chaplin gibi sessizliğin diliyle konuşan ustalar... Bu iki uç, aslında bir kopuştan çok, sinemanın sürekliliğine, onun yaşayan ve dönüşen bir sanat olduğuna işaret ediyor.
Altına Hücum’u bugünün izleyicisiyle paylaşmak, sinema tarihine bir saygı duruşunun ötesinde, anlatının zamana direnen gücünü hatırlatmak anlamına geliyor. Üstelik filmin 100. yılı vesilesiyle bu yıl birçok ülkede eşzamanlı olarak yeniden gösterime girmesi, bu buluşmayı daha da anlamlı kılıyor. Türkiye’de sinemalarda 27 Haziran itibarıyla gösterilecek olan film, Sakıp Sabancı Müzesi’nde sinemaseverlerle daha önce buluşarak, bu özel karşılaşmaya erkenden tanıklık etme ayrıcalığını sunacak. . Belki de en önemlisi: Sessizlikte dahi yankılanabilen bir anlatının, sinemanın kalıcı gücünü yeniden görünür kılması.
AÇIK HAVADA SİNEMA DENEYİMİYaz aylarında özellikle açık hava film gösterimlerinin artmasını ve seyircilerin buna ilgisini nasıl yorumlarsınız?
Yaz mevsimi, sinema deneyimini başka bir atmosferde yaşamak için eşsiz bir zaman dilimi. Açık hava sinemaları yalnızca nostaljik bir tercih değil, aynı zamanda kent hayatının gündelik temposundan uzaklaşmak için kolektif bir soluklanma alanı. 2000’li yılların başından itibaren İstanbul’da geleneksel açık hava sineması kültürü büyük ölçüde azalmış, yazlık sinema alışkanlıkları AVM salonlarının yükselişiyle geri plana itildi. İşte bu bağlamda, “2017’de Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi tarafından başlatılan “Müzede Suare,” yalnızca bir film gösterim serisi değil; aynı zamanda İstanbul’un unutulmaya yüz tutmuş açık hava sineması geleneğini yeniden canlandıran, bir dönemin kaybolan kent hafızasına dokunarak, geleneksel yazlık sinema atmosferini modern bir müzenin bahçesine taşıyan önemli bir kültürel adımdı.
Emirgan, geçmişte yolların geçmediği, insanların yalılar arasında kayıkla seyahat ettiği, Boğaz’ın doğal sesleriyle iç içe bir köydü. Bugün, o geçmişin izlerini taşıyan bir bahçede film izlemek, bir anlamda zamanı katederek yaşamak demek. Boğaz’ın kıyısında, yıldızların altında, sessizleşen bir kalabalığın ortasında anlatılan hikâyeler, yalnızca perdede değil, hafızamızda da iz bırakıyor.Bu eşsiz mekânsal deneyim, sinemaya yalnızca sanatsal değil, duyusal ve tarihsel bir derinlik de katıyor.
BirGün