Barıştan, ekmekten yana bir yaşam

H. Murat KARAKÜTÜK
“Ben kâfir değilim / Ama açlık kafirdir”
Çarşamba günü editör arkadaşım mesaj atıp “Ozzy gitmiş, dinler miydin müziğini, bir şeyler kaleme almak ister misin” gibi sorular sorunca Karanlıklar Prensi’nin terk ettiği binada kalıcı ne var diye düşünmeye ve araştırmaya başladım. Zaman nazikti Osbourne ve müziğinin köklerine dair yazım yetişmedi. Anlattıklarım kabaca üç konu etrafında toplanıyordu ve bunlar işçi sınıfının tarih boyunca müziğe sızan isyanı, sanatta sentez bir de Marx’ın risalesine atfen Yahudi sorunuydu. Dünyanın en uzak noktalarında aynı nefesin üflenebildiğine dair bir izlek vardı aklımda, sözgelimi Ahmet Erhan’ın “Oğul” eseriyle Kilmister’in “Mama, I’m Coming Home” şarkısı arasında bağlar kurmaya çalışmıştım. Daha Ozzy’nin yası bitmeden Ziad Rahbani göçtü dünya sahnesinden ve ne ilginçtir ki epeyce ortak yine meseleler. Üstelik dini, mezhebi yüzünden kendisinin değil açlığın kâfir olduğu konusunda hemfikirdik Ziad’la.*
ÇATIŞMANIN ORTASINDAArabesk kültürümüzün hayati beslenme damarlarından olan Lübnan’ın özgürlükçü divası Feiruz epeyce dinleniyor ama onun “sanatın vücut bulmuş dâhisi” diye tanımladığı oğlu Ziad sanki az tanınıyor gibi. Halbuki en az İbrahim Maalouf kadar mühimdir Ziad Rahbani. 1956 senesinde Lübnanlı Rahbani kardeşlerden bestekâr Assi ile müzisyen Feyruz’un oğlu olarak doğmuştur. 13 yaşında ilk kez kitap yazmış ve müzik eğitimine başlamış, yıllar içinde gerek çeşitli sanat dallarındaki eserleriyle gerek politik aktivizmiyle ve dünya görüşüyle aykırı, özgün, değerli bir aşama halini almıştır. Kökleri bugün bizim sınırlarımızda olan aile hikâyesiyle bir Lübnan tarihidir Rahbani. Hristiyan mezhebi içine doğmuştur ama çok genç yaştan beri üyesi olduğu komünist partisindeki ilk zamanlarından beri ateist olduğu da biliniyor.
Lübnan’ın mezhepler ve onlar arasındaki çatışmalarla ilgili karışık, kanlı tarihi yazık ki bugün de sorunlar yaratmaya devam ediyor. Son günlerde sıkça duyduğumuz “Lübnanlaşma” fecaatine sebep bu zorlu ama güzel diyarın demografisini, tarihini tanımlamak için 19. asırda Cevdet Paşa, Nuh’un Gemisi benzetmesini kullanmıştır. Münbit hilalin Beyrut’unu hüzünden, patlamadan, türlü istikrarsızlıktan ve sanattan bağımsız düşünmek imkân dahilinde değil. Ne vakit Lübnan’ı ve onun kardeşi kardeşe kırdıran kanlı mezhep savaşlarını hatırlasam aklıma “Incendies” filmi gelir. Raidohead’in “You and Whose Army” sekansıyla açılan filme Rahbani’nin özgün müzikleri çok yakışabilirmiş.
Burası bir zamanlar “Doğunun Paris’iydi” övgüsünün altında yatan sömürge dönemi umarım başkalarını da rahatsız ediyordur. Fransız mandasının konfesyonist tasarımıyla ülkede Maruni Hristiyan bir reisi cumhur, Sünni Müslüman bir başbakan, Şii bir meclis başkanı öngören sistem sorunları iyice içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. 1924’te kurulan Lübnan Komünist partisi mezhepçilik ve kapitalizm arasındaki gelgitten dolayı epeyce yalnız kalmıştır. 2019 protestolarında solcu gençler Beyrut duvarlarına “Hangisi daha korkunç: Mezhep mi, açlık mı” diye sloganlar yazmıştır. Liderlerinin suikastlarla öldürüldüğü, direnişçilerinin işkencelere tabi tutulduğu zorlu bir yolculuktur Lübnan solununki. Tüm bu zorluklara rağmen bünyesinde Ziad Rahbani gibi somut siyasal eylemleri olan, yaratıcı, cesur isimleri barındırabilmiş, mezhep labirentinden ibaret kanlı yönetim anlayışına rağmen sınıf kimliğini öne çıkarabilmiş, gittikçe güçlenen Hizbullah’a rağmen seküler, devrimci damarını koruyabilmiş, Filistin davasında dik durabilmiş bir mirasın da müsebbibidir Lübnan solu.
POLİTİK BİLİNÇZiad, 1976 senesinde falanjist milislerin yaptığı Tall el-Zater katliamı sonrası radikal şekilde haksızlık karşısında politik bilinç kazanmış FHKC için pek çok adsız besteler, marşlar bestelemiş, direnişin yaşamı boyunca önemli destekçileri arasında yer almıştır. Yaklaşık 20 yıl süren iç savaş dönemi boyunca dikkat çeken ve doğrudan sınıf farkını merkeze alan tiyatro oyunları yaratmış, radyo programlarıyla mezhep savaşlarını sert şekilde hicvetmekten geri durmayıp insanlara hem moral hem de bilinç kazandırmıştır. Bugünün derdindedir, dünün yahut yarının değil, ona göre barış zaten şimdi yaşamayı hak ettikleri bir durumdur. 70’lerin sonunda Jean Chamoun ile yaptığı radyo programının jeneriğindeki diyalog unutulmazdır. Jean: “Tarafsızlık akıllıca değil mi” diye sorar. Ziad: “Aklın süsü tarafsızlık değil! Aklın gereği açlığa ve zulme direnmektir” diye karşılık verir. Goethe: “Düşünmek taraf olmaktır” der ve haklıdır. Ziad’a göre tarafsızlık, zulümden yana olmaktır, ihanettir. Haklıdır zira onun tarafı barıştır, ekmektir…
Feiruz’un o kadife, berrak, yücelere götüren sesinin yanında Ziad’ınki halkının tozuyla, acılarıyla kaplı bir tınıya sahipti. Lübnan gibi şarkılar yapıyordu. Moderniteyle geleneği, Hristiyan, Dürzi, Müslüman ve Fransız’ın bir aradalığını evrensel bir halde sunabiliyordu. Arapça konuşan bir Leonard Cohen’i dinler gibi hissederim çoğu albümünde. Klasik müzik eğitimine rağmen piyanoyu Arap makamlarına uyarlayan bir öncüdür çünkü. İç savaşın karanlık, gelgitli ruhunu ritmine, enstrümanlarına yansıtır çoğu performansında. Doğu sazlarıyla elektronik klavyeleri, ismiyle müsemma synthesizer ile Fairuz’un hüzünlü nağmelerini birleştirerek pek çok şeyin öncüsü olmuştu coğrafyasında. Batının caz üslubuyla Arap makamlarını sentezleyen Ziad’ın birikimi dinleyenlerini ezberleri yıkan yerlere yeni tartışma alanlarına götürür. Ayrı kültürler onun eserlerinde diyaloglar geliştirirler. Hülasa dava sahibi ve komplekssiz bir öncü müzisyen olarak var bende en çok Ziad Rahbani. Bedeni gitse de eserleriyle ölümsüz ve eserleriyle tam da Lübnan. Vedayla, yoklukla bitirmek niyetinde değilim. Komplekssiz cesur müzisyenleri sevenler için bu topraklardan çıkan bir başka sentez üstadını hatırladığım için hatırlatmak niyetindeyim. Dam’da Caz Festivali’nde canlı dinleyerek büyülenme, röportaj yaparak mest olma şansı bulduğum Mehmet Ali Sanlıkol da bir başka oryantal caz dehası zira. Ziad’ın “Bil Nisbi La Boukra” şarkısının ardına Sanlıkol’un Nikriz Semai’sini koyup dinledim bu yazıyı kaleme alırken. Caz müziğin tarihi, evrimi boyunca geliştirdiği diyalogları, yaşama o çok benzeyen karşıtlıkları, değişkenlikleriyle akan o ulu ırmağa dalmak gerek. Dalmak ve güçlenerek çıkmak o fikir ırmağından, umutla, inatla, değişimden korkmadan, birgün elbet birgün Halep şen olacak…
*: Eseri dinlemek için tıklayabilirsiniz.
BirGün